19 Aralık 2020 Cumartesi

17’nci Kısım'da bir gece etüdü! (*)(**)

(*Teşekkürler İlhan Özdemir)

 Kuleli Askeri Lisesi… 1974 Yılı… Mayıs ayının son günleri...

 Haziran ayında başlayacak olan lise bitirme sınavları nedeniyle dersler yapılmıyor ve genellikle öğretmenler gelmediği içinde dersler boş geçiyor. Gündüzleri ders olmayınca, akşam ve gece etütleri de bitirme sınavlarına şimdiden hazırlanmaya başlayan bir kaç arkadaş dışında, bol şamata ve gırgırla geçiyor.

 Üstçavuşumuz Zırnak, onbaşımız Kalas ve Aslancık bitirme sınavları için kendilerini şimdiden kampa aldıklarından, gürültüye, şamataya ve gırgıra hiç aldırmadan ders çalışıyorlar…

 Asin, başını önüne eğmiş, dizlerinin üstünde kaça katlandığı belli olmayan, öğleden beri sınıfta dolaşan ve yeni eline geçirdiği Cumhuriyet gazetesini okumaya çalışıyor…

 Bull da çoktan başını sıranın üstüne koymuş, uyuklamaya hatta rüya görmeye bile başlamış...

 Zilli ve Deli, 17’nci Kısım futbol takımından disiplinsiz davranışları nedeniyle altın makas olup, süresiz kadro dışı kaldılar. (Buna en çok sevinenlerden birisi de takımda bir türlü kadroya giremeyen, sürekli yedekte bekleyen süper yedek Tızzo. Adam yokluğundan

belki böylece kadroya girebilirim diye umutlanıyor.) Bunu gururlarına yediremediklerinden -çünkü Zilli, Kuleli'nin futbol takımının kaptanı, Deli'de as oyuncularından birisi- ne zaman yan yana gelseler, kendileriyle ilgili olarak verilen bu kararda suçun hangisinde olduğu konusunu tartışıp duruyorlar, aynı şimdi olduğu gibi...

 Kesafet, Çatlak Zurna ve Stork’u esir almış, onlara basketbol konusundaki engin(!) ve derin(!) bilgilerini aktarıyor. Bugüne kadar Kesafet'in engin ve derin bilgisinin olmadığı hiçbir konu görülmedi. Kısımdaki bütün tartışmaların içinde başrolü hiç kimseye kaptırmadığı gibi her konuya da maydanoz oluyor Kesafet. Bu arada basketbol dersi vermeye kalktığı Çatlak Zurna da, Kuleli'nin basketbol takımının kaptanı...

 Kedi, yine züğürt ve sigarasız kalmış olmalıydı çünkü Manyak'ın başında boza pişiriyor. Bu iş her zaman olduğu gibi Manyak'ın bu sıkıştırmalardan bıkıp, pes edip cebindeki Samsun 216 paketini çıkarıp, iki tane sigara verene kadar devam edecek…

 

Dağ Sokratı Tostos, tamir etmeye çalıştığı Sony marka el radyosunun içine fazla(!) ve gereksiz(!) parçalar koydukları için Japonlara küfür ediyor. Keş yine sinüzitten muzdarip, burnu iki parmağının arasında, Tostos’u seyrediyor…

 Anzavur her zaman ki ciddiyeti ve asık suratıyla Kozmik’in parmaklarıyla ritim tuttuğu son bestesini dinliyor gibi gözükse bile bunun çok uzun sürmeyeceğini kesin. Hiç umulmadık bir zaman da ve hiç umulmayacak bir bahane ile buna muhalif olacak. Çünkü Anzavur'un ne zaman, nerede ve neye muhalif olacağı, karşı çıkacağı veya isyan çıkaracağı hiç belli olmuyor... 

 Fıs, Kemirgen’i yine bir şeyler pazarlamak için ikna etmeye çalışıyor. Tortus, Fıs hiç hoşlanmasa ve istemese de bu pazarlıkta her zaman ki gibi hakemlik yapıyor...

 Frankeştayn ile Torlak, çok sessiz ve fısır fısır bir şeyler konuşuyorlar. Bir şey paylaşmaktan daha çok bir konuda birbirlerini ikna etmeye çalıştıkları kesin...

 Goose, Keçi ve Yelken Kulak Çiko baş başa vermiş, çok hararetli bir şekilde konuşuyorlar. Yeni bir muzurluk planladıkları kesin ve bu muzurluğun kokusu nasıl olsa çok yakında ortaya çıkar...

 Babal, Tızzo’nun yanındaki sandalyede oturuyor. Orango ve Mr. Kızarık’da Tızzo’nun başında dikiliyor. Her konuşmada hemen pancar gibi kızaran Mr. Kızarık, bu akşam o huyunun tam tersi bir performans gösteriyor. Orango'ya karşı Babal'ın avukatlığına soyunmuş, Orango'nun söylediği her bir söze karşılık Mr. Kızarık'ın söyleyeceği iki söz oluyor.

 Kısımda düzenlenmiş olan "17’nci Kısım Silgi Çevirme Turnuvası" nın biraz önce yapılan, bu akşamki son maçında Orango, Babal'a kaybetti ve elendi. İlk turda elenmiş olmanın verdiği şaşkınlık ve kızgınlıktan; maçın aceleye geldiği, aslında bu maçın yarın yapılması gerektiği gibi bir sürü sudan bahaneler öne sürerek, iptal edilip, yarın yeniden yapılması konusunda ısrar edip duruyor. Orango'nun bu isteği karşısında Babal susmuş hiç konuşmadan bir Tızzo’ya, bir Orango'ya birde Mr. Kızarık'a bakıyor. Zaten Mr. Kızarık, Babal'ın konuşması bir yana hiçbirine konuşma fırsatı vermiyor.

 "Kendisinin şahit olduğunu... Maçın iptal edilemeyeceğini... Eğer bu maç iptal edilirse gündüz yapılan ve kendisinin elenmiş olduğu maçında iptal edilmesi gerektiğini... Eğer maç tekrarlanırsa bunun çok büyük bir haksızlık olacağını ve bunu bütün kısma anlatacağını, arkadaşların turnuvadan çekilmelerini isteyeceğini ve bir daha hiçbir turnuvaya katılmayacağını... vs. vs. vs."

 Tızzo arada kalmış ve ne yapacağımı şaşırmıştı. Onu bu durumdan kurtaracak tek şey, etüde son veren borunun bir an önce çalması olacaktı.

 Ve… Gece etüdünün sona erdiğini bildiren boru çalmaya başladı…  

 ilhaNÖzdemir / Karalamalar

Ordu / 18 Aralık 2020

























**İlhan, yazmak emek isteyen bir iştir. İşte bu yüzden yeni yazını da; tarihe not düşmek için buraya koymak istedim. Emeklerin için teşekkür ediyorum:
BİZ HARP OKULU 78 DEVRESİYİZ…

Kuleli Askeri Lisesine girdiğimizde takvim yaprakları 1971'i gösteriyordu...

Kara Harp Okulunu bitirdiğimizde ise; 1978’i...

Dile kolay, 7 yıl... Yani; 2556 gün 18 saat...
•••

1971 yılında Türkiye genelinde yapılan ve 47.000 çocuğun başvurduğu bir sınav sonucunda seçilmiş, “Keşke”lerin olmadığı bir dönemi yaşayan 13-14 yaşlarında, açmayı bekleyen 610 kır çiçeğiydik biz.

Aynı Ahmet Özdemir’in bir şiirinde söylediği gibi;

"Dağlarda kır çiçekleri,
Sevgi dolu yürekleri.
Doğdu ülkemin üstüne
Güneşten sıcak gözleri..

Dağda yanar bir top çiçek,
Hepsi bir yumruk, bir yürek
Bahar eylediler kışı,
Geceyi gündüz ederek..."

•••

Dışarıdan bakıldığında diğer leyli mekteplerden pek fazla bir farkı yokmuş gibi gözüken ama ana kapıdan geçip iç bahçeye girildiğinde çok farklı bir duygu selinin yaşandığı, apayrı bir dünyaydı Kuleli’nin dünyası... 

📌Dostluk ve arkadaşlık sevgisinin en temiz, en güzel yaşandığı, içinde umut dolu küçük küçük yüreklerin çarptığı bir dünya...
•••

📚 60’lı yılların ikinci yarısı tüm dünyada anti-kapitalist başkaldırının kolektif biçimde ortaya çıktığı yıllardı…
Ve dünyayı değiştirmek isteyen ama kendileri için bir şey istemeyen bir 68 kuşağı vardı...
Toplumsal düzendeki çarpıklığı düzeltmek, insanca ve halkça bir düzen kurmaktı amaçları...
Evet kimilerine göre “Çiçek Çocukları”;
kimilerine göre de “47’liler”diler. Ancak bunlardan ötede 68 öğrenci hareketleri üniversitelerde, şimdiki “Gez, toz, eğlen” söylemi yerine;
“başkaldır, yarat, daha güzel bir dünya kur” diye haykıran evrensel bir eylemdi...

💧68 kuşağının idealleri vardı; o idealler uğruna mücadele ettiler;
hapislere girdiler; öldüler. “Darağacında Üç Fidan” gibiydi her biri;
darağacına çiçek açtıran, yaşamın baharında, çiçeğin tomurcuk hâlindeyken yaşama veda ettiler.

💧Çünkü yaşamı uğruna ölecek kadar çok sevdiler...  

Bir tarafta antiemperyalist, bağımsızlıkçı, ABD karşıtı “solcu” gençlik;
diğer tarafta ise dinci, ABD yandaşı “sağcı” gençlik… 

Solcu gençlik, “Yankee go home” diye bağırmaya hazırlanırken, Sağcı gençlik, “Komünistler Moskova’ya” diye bağırmaya hazırlanıyordu.
Bir tarafta ABD emperyalizmine baş kaldıranlar,
diğer tarafta ise ABD emperyalizmine başkaldıranları “Komünist” diye adlandırıp onlara başkaldıranlar vardı...

💧68’li gençlerin dünyada yayılan coşkusu elbette bizleri de etkiledi...
•••

📕1974 yılında Kuleli Askeri Lisesi bitti ve Kara Harp Okuluna geldik...

Eğitim ve Öğretim dönemi üç yıl olan Harp Okulu dört yıla çıkarıldı bizim geldiğimiz yıl...
İlk başlarda "Mühendis Subay" olacağımız söylenirken daha sonra "Mühendis" i unutuldu ve yalnızca  "Subay" olacağımız söylenmeye başlandı.
Çünkü Harp Okulunun üniversite olması ve bizim mühendisliğimizle ilgili ortada ne bir kanun ne de bir yönetmenlik yoktu.

1977 yılı Eylül ayında bir gecede çıkan ve bizim mühendisliğimizle hiç bir ilgisi olmayan bir kanunla okuduk dördüncü yılı da... 

▪️İlk yıl, kimsenin ne olduğunu ve ne olacağını bilmediği dönemde, Ankara'da bulunan Türkiye'nin sayılı Üniversitelerinden öğretim görevlileri gelmişti derslerimize.
Hangi dersin ne için ne kadar süre okutulacağının ve o ders ile ilgili ders kitabının bile olmadığı bir dönemdi. Harp Okulunda derslerde öğretim görevlileri ile; özgürlükleri, kapitalizmi, sosyalizmi, işçi haklarını ve işçi sendikalarını tartıştığımız dönemdi o dönem... 

▪️Biz bunları yaşarken ülkede de bir sürü siyasi gelişme yaşanıyordu. Üniversitelerde gençlik kıpır kıpırdı, işçi direnişleri, grevler, işgaller, gösteriler, kurşunlamalar, banka soygunları, adam kaçırmalar...  

▪️Solu öğrendik... Sağı da... Bu birilerinin hoşuna gitmemiş ve onları rahatsız etmiş olmalı ki, bizi bölmeye ve ayırmaya çalıştılar...
Bunu başardılar da...
Ve bir kısım arkadaşımızı bizden ayırdılar...

▪️Biz, o güne kadar Harp Okulunda görülmemiş, görülmesine ihtimal bile verilmemiş olan Solcu Harbiyelilerdik...
Harbiye de okuyan solcu gençlerdik...
Ülkenin bir çok yerinden, çocuk denecek yaşta bir araya gelmiş;
çıkar düşünmeyen, ülkesini seven, idealleri olan, okuyan, sorgulayan, konuşan, dünyayı algılamayı, anlamayı, değiştirmeyi, dönüştürmeyi, daha güzel bir dünyayı düşleyen gençlerdik.
Bu ülkenin;
işçisini, işsizini, köylüsünü, üniversitelisini kısacası hiç bir insanını ayırt etmeden seven idealist gençlerdik. 

▪️Her idealist genç gibi bizim de isteklerimiz vardı. Aslında çok değildi isteğimiz...
Daha iyi, yaşanılası, barış içinde bir dünya düşlüyor, “gündüzlerinde…, gecelerinde aç yatılmayan”, bir paket makarnaya, bir torba kömüre oylarını satmayan onurlu insanların yaşadığı, bizim görmediğimiz ama bu ülke çocuklarının göreceği, daha mutlu, daha özgür yarınların yaşanacağı, insanların ne kendilerinin ne de inançlarının sömürülmediği bir dünya istiyorduk...   

📕BİZ HARP OKULU 78 DEVRESİ ’ydik...

Memleketin başkentinde, karbonmonoksit sonbaharların yaşandığı yıllarda geçen Mekteb-i Harbiye yıllarının ardından 1978 yılının 30 Ağustos günü genç teğmenler olarak Harp Okulundan mezun olduk.
Subay çıkmış yurtsever ve idealist genç teğmenlerdik. 

⏰ Birilerince, görev yapacağımız birliklere gittiğimizde icabımıza(!) bakılması için sicil dosyalarımızın üstüne kırmızı çarpı işareti konulmuş solcu subaylardık. 

📌Birileri ne düşünürse düşünsün biz solcu subaylar olduğumuz içinde gurur duyuyorduk.

⏰ Ve sonra! 

Sonra, devrin ABD Büyükelçisinin;
“Our boys have done it” (bizim oğlanlar işi becerdi) diye CIA’ye ve Pentagon’a övünerek bildirdiği 1980 yılının bir eylül gecesi ile gelen karanlık günler…  "Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Talimatının 35. maddesi"nin Anayasa'dan daha üstün bir belge olduğu pratikte kanıtlandı ve iktidar el değiştirdi.
Cunta Yöneticilerinin emriyle, öncelikle Harp Okulu 78 devresinden başlamak üzere Ordu içindeki yurtsever ve sol düşünceli subayların temizlenmesi için başlatılan göz altına alınma, tutuklanma ve tezgahtan(!) geçirilme operasyonları başladı... 

▪️Cunta yöneticilerine göre biz, 78 devresinin sol düşünceli subayları olarak tehlikeli ve sapık ideolojilere sahip genç teğmenlerdik... Neyi, ne için yaptıklarını ve bizi ne ile suçlayacaklarını bilmiyorlardı.

Yıllarca bir arada okumuş, beraber yemiş, içmiş, aynı yatakhanelerde uyumuş olan bizleri, birbirimizle arkadaş olmakla suçluyorlardı...

“Tehlikeli ve sapık ideolojilere sahip solcu teğmenlerin birbirleriyle arkadaşlık etmeleri(!)” diye bir suç oluşturmuşlardı. 

▪️Aslında istedikleri apaçık ortadaydı ve cuntanın elebaşı da bu konuyla ilgili gerekli açıklamayı yapmıştı:  “toplumsal gelişme, ekonomik gelişmenin önüne geçmişti.”

⏰ Ordu içinde de düşünen, okuyan, sorgulayan, konuşan, dünyayı algılamayı, anlamayı, değiştirmeyi, dönüştürmeyi isteyen subaylar istemiyorlardı...

📕 12 Eylül 1980 Darbesinden hemen sonra hiç zaman geçirmeden ordu içindeki solcu subayların, öncelikle 78’lilerin temizlenmesi harekatı ile birlikte tutuklamalar ve sorgulamalar başladı. Tutuklamaların yeri, zamanı, saati yoktu ve rastgele gruplar halinde tutuklayıp, sorguya götürüyorlardı. Akıllarınca iki-üç gruptan sonra bu işi çözümleyecek ve düşündükleri temizlik harekatını başarılı bir şekilde gerçekleştireceklerdi.

▪️Ne yazık ki bir süre sonra, ne yaptıklarını ve niçin yaptıklarını bilmedikleri için büyük bir şaşkınlık içine düştüler. 

▪️Sorgulamalar uzamaya, uzadıkça da insan onur ve haysiyetine yakışmayan aşağılama ve işkencelere dönüştü.

Bu tutuklama ve işkenceli sorgulamalarda işin ucu kaçtı ve suyu çıktı.

▪️Bu işin ne zaman ve nerede biteceğinin, ne zaman sona ereceğinin bilinmezliğin vermiş olduğu rahatsızlıktan dolayı, onlara bu görevi veren abileri, sorgucuları sorgular hale geldi...

▪️Bunun üzerine sorguladıkları ve tezgahtan geçirdiklerini getirip polislere,
“alın birazda siz sorgulayın(!)” diyerek teslim ettiler... 

▪️İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün Gayrettepe’deki binasının 7 kat dibindeki hücrelerinin dili olup da konuşabilse keşke!  

▪️Karanlık senaryoların senaristi olan sorgucular, abileri tarafından suçlanmaları üzerine topu polislerin üzerine atmaya çalıştılar ve “asker kişiler olmaları nedeni ile Emniyetin onlara yumuşak davrandıkları, kendilerince alınan ifadelerin, polislerce onlara ‘ikrar ettirilmediği’ şeklinde savunmaya geçtiler.

Bu konuda da yanıldılar!

Çünkü polisler çok deneyimliydi...

⏰ Mesleki hafızalarında rüzgarların bir anda yön değiştirdiği bir çok olay yaşamışlar, ülkemizde yıllar boyu yaşanan iktidar mücadelelerin de İhtiyatlı Bir Tarafgirliği Meslek Refleksi Haline getirmişlerdi...
•••

▪️“Sivil polis elindeki jopu hücrenin demir kapısının parmaklık demirlerine kuvvetle sürterek bağırdı:

'... hazırlan ablan ziyaretine gelmiş, yukarı çıkacaksın…'

Bir anda şaşırdılar ve aptallaştılar…
Sevinseler mi, üzülseler mi, ne yapacaklarını kestiremediler.

Çünkü .....’nın gerçekte ablası yoktu ki!

▪️Tutuklandıkları günden bu yana geçen 60-70 gün içinde o kadar inanılmaz şeyler yaşamışlardı ki, bu habere de “acaba” diye baktılar!

Aslında .....’nın ablası falan gelmemişti. Onu bu bahaneyle yukarı çağıran polisler .....’a şunu söylemişlerdi: 

'Sizinkiler (askerler) bize inanmıyorlarmış. Sizleri bize teslim eden sorgucularınız, bizi size yumuşak davranmakla suçlamışlar. Ve komutanlıktan oluşturulacak bir hakem heyeti nezaretinde,  kendilerinin de bulunacağı bir ortamda sizleri yeniden sorguya (işkenceye) çekmemizi istemişler. Yakında gelecekler. Seni özellikle seçtik. Çünkü Harbiye’de sporcuymuşsun. Güçlü bir fiziğin var. Seni heyet huzurunda Filistin Askısı’na alıp, Elektrik vereceğiz. Soluklanman için ufak aralar verip sana destek olacağız. SAKIN ÇÖZÜLME… Çözülürsen bu senin ve bizim için hiç iyi olmaz. Şimdi git. Geldiklerinde sana “ablan geldi” diye haber göndereceğiz.' ...”
•••

▪️İlk grup, sorgulanmak üzere gözaltına alındığında tarihler 1980’in Eylül ayını gösteriyordu. 

Son grup gözaltına alındığında ise takvim yaprakları Mayıs 1985’e gelmişti...  

İçimiz çok acıdı... Canımız çok yandı... Ama bu:

🩸Tutuklanmak, sorgulanmak veya işkence görmekten daha çok;
bizi sorgulayan, bizi tezgahtan geçiren ve kendi yapmış oldukları işkenceleri az bulup bizi polislere teslim edenlerinde bizim gibi Harp Okulu mezunu askerler olmalarıydı...

⏰ Bizler beraat ettik ama hepimiz geriye dönemedik... Bir kısmımızın sicilleri üzerinde geriye dönük olarak oynamalar yapıldı. Bozulan sicillerimiz gerekçe gösterilerek ordudan çıkarıldık ve kapının önüne bırakıldık. Hem bizlere hem ailelerimize acı çektirildi, haksızlık yapıldı.

📕 Türkiye; 
Harp Okulu mezunu seyyar köfteci, seyyar satıcı, fırıncı, garson, pazarcı ve pazarlamacı teğmenlerle tanıştı...

Bir mesleğimiz yoktu, iş yapacak bir sermayemizde... Bunun yerine hemen hepimizin eşi ve çoğumuzun da çocukları vardı bakmamız gereken...

📌 Ayrıca bir de aç dolaştığımız günlerimiz ve aç yattığımız gecelerimiz... 

İçimiz çok acıdı... Canımız çok yandı... Ama bu:

▪️Yaşadığımız olumsuzluklar, karşılaştığımız zorluklar ve engellerden daha çok;
en yakınımızda olanların bile bize sanki kötü bir şey yapmışız, bir suç işlemişiz gözüyle bakmalarıydı...
Ve...
Aradan uzun yıllar geçtikten sonra bile, Kuleli’de ve Harp Okulu’nda birlikte okuduğumuz, okul yıllarında bizi solcu olmakla suçlayan arkadaşlarımızdan bazılarının sokakta karşılaştığımızda yollarını, vapurda karşılaştığımızda yerlerini değiştirmeleri oldu...

📕 Bir kısım arkadaşımız da görevlerine geri döndü...
İlk başlarda görev yaptıkları yerlerde bütün gözler üzerilerinde ve hep hata yapmaları beklendi...
Çünkü onlar 78’liydi ve 78’li demek;
Potansiyel Suçlu demekti... 

Yılmadılar, vazgeçmediler, azmettiler ve 78’li olduklarını bir an bile akıllarından çıkarmadan çalıştılar ve başardılar.
Bu çalışkanlıkları, davranışları ve 78’li duruşları ile;
ilk başlarda 78’lilere kem gözle ve potansiyel suçlu olarak bakan tüm gözlerin, 78’lileri tanıdıkça sevgi ve saygıyla bakmalarını sağladılar... 

🩸Ama bu: bizlerle her karşılaştıklarında veya bizlerle ilgili her haber aldıklarında bakışlarındaki hüzne, içlerinin acımasına ve canlarının yanmasına engel olamadı...

📌Aynı bizim gibi onlarda emekli olana kadar hep yarım kaldılar... 

Onlarında içlerinin çok acımasına ve canlarının yanmasına sebep olanlar yine Harp Okulundan mezun olmuş askerlerdi...   

📕 1971-1978...
Dile kolay tam koskoca yedi yıl geçirdik aynı 
okulda birlikte...

🩸Ve onu;
29 Ocak 1983'de, 27 yaşına bastığı gece, Doğum Gününde götürdüler:

DARAĞACINA!

12 Eylül’ün Cunta liderleri; abilerine daha çok yaranmak, sivil halka şirin görünmek ve ordu içindekilere de göz dağı vermek için gözlerini bile kırpmadan, içleri hiç acımadan hayatının baharında ölüme gönderdiler sevgili Ömer Yazgan’ı... 

Nasıl içimiz acımasın ve canımız yanmasındı ki?

Sevgili Ömer’de bir 78’liydi... İçimizden ve bizden birisiydi...
Sevgili Ömer’e idam kararını verenlerde askerdi, darağacına gitmesini onaylayanlar da...   

📕Birilerinin arabasına binip, kucağında oturup, düdüklerini çaldıkları zamanlarda, sözcülüklerini, Müddei Umumi(!) ‘liklerini yapanlar, Ergenekon, Balyoz gibi uydurma davalarda da 78’lileri unutmadılar... 

İçimiz çok acıdı... Canımız çok yandı... 

Çünkü Silivri ve Sincan Cezaevinde misafir edilenler arasında da 78’liler vardı... 

▪️Bizden korkup, bizi kapı dışına koyan cuntanın liderlerini, bize işkence yapan işkencecilerimizi, bizi gördüklerinde yollarını ve yerlerini değiştiren devre arkadaşlarımızı, içimizi acıtıp, canımızı yakanları; AFFETTİK... 

Çünkü 1971 yılında girmiş olduğumuz leyli mektepte, HOŞGÖRÜ olmadan SEVGİ’nin bir yanının hep eksik kalacağını öğrendik... AFFETMENİN de büyüklük olduğunu... 

Ve...
Kim ne yaparsa yapsın, içimiz ne kadar acırsa acısın ve canımız ne kadar yanarsa yansın, yıkılmadık, ayaktayız...

Çünkü;

BİZ HARP OKULU 78 DEVRESİYİZ... 
•••

Bu yazıyı;
şimdi gökyüzünün bir yerinden bizi büyük bir gururla ve gülümseyerek seyrettiğine inandığım, ışıklar arasına yolladığımız, ışıklar içinde uyuyan, 60’a yakın 78’li devre arkadaşımıza ithaf ediyorum.    

📕(Dipnot: Böyle bir yazı yazmak için bana; Eski bir Deniz Harp Okulu Mezunu, 12 Mart 1971 mağdurlarından
sayın Erol Kızılelma’nın “İŞTE BİZİM (40 yıllık) HİKAYEMİZ...” isimli yazısı ilham verdi.
Kendisine bana ilham vermiş olan bu güzel yazısı için çok teşekkür ediyorum.) 

•••
📕Yaşam masallardakine benzemiyor belki de ama yine de onu bir masal kadar güzel kılmaya çalışmaktan vazgeçmemek gerek diye düşünüyorum ben...

“Dil”inizle değil,
Gönlünüzle dost olacağınız günlere...

Sevgilerimle

ilhaNÖzdemir

İstanbul / 21 Aralık 2018
































 



Fotoğraf İhsan (Batı) kardeşimden... Teşekkür ediyorum


6 yorum:

  1. İlhan kardeşim, yazıların tarihe not düştüğü kadar anıları tekrar yaşatan duygulandıran, aslında unutamadığımız ama okudukça yaşananları tekrar gözler önüne getiren satırlar.....

    YanıtlaSil
  2. Kıtaya ilk çıktığımızda Bl.K.nımız ve beraberindeki diğer bölük komutanlarının daha ilk dakikalarda "sizin için terörist devre diyorlar" derken ki alaycı bakışları ve sırıtan yüzleri unutmak mümkün . İlerleyen süreçte hepsi ile aramızdaki mesafeler kapanmış ve asker arkadaşı olsak bile ilk karşılamayı silme mümkün olmuyor....

    YanıtlaSil
  3. https://www.cebimdekiyazilar.com/post/29-a%C4%9Fustos-1978-kara-harp-okulunda-bi%CC%87r-mi%CC%87lat

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. “Bazı insanların vicdanı vardır, içleri acır; sessiz kal(a)mazlar, görmezden gel(e)mezler. Yol ayrımlarında tereddüt etmezler, bir kişilik edinme kaygısı güderler, sürüklenmezler, tavır alırlar. Hayatlarının merkezinde bir tek kendileri yoktur, ötekini içerme bilgisini edinmek için çaba gösterirler, yorulurlar. Uçurumun kenarında yaşarlar…”

      (Agnes Heller, Bir Ahlak Kuramı, Ayrıntı Yayınları)

      . . .


      Onlar ki, kutsal olanın üstündeki perdeyi çekip almış, kırılan kolu yen içinden çıkartmışlardı… Onlar ki, haksızlıklar karşısında sessiz kalmamış, görmezden gelmemiş, yol ayrımında tereddüt etmemiş ve gerektiğinde tavır almayı bilmişlerdi… Onlar ki, 78 Kuşağı denildiğinde çok fazla bilinmeyen, bilinmedikleri içinde hep göz ardı edilenlerdi… Onlar ki, yurtiçindeki 78 kuşağından daha farklı ve 1980 Askeri Cuntası tarafından 12 Eylül sonrasında Sol-Kırıma uğramış olanlardı…

      İşte onlar; Kara Harp Okulu 78 Devresiydi!


      Bir devri sallayan 68 ve 78 kuşağından pek çok insan, ''nerede kalmıştık'' diye mücadelenin bölük pörçük ucundan tutarken, bunlardan bir kısmı da yaşadıklarını/yaşatılanları tarihe not düşmek için kalemlerine sarıldı. Yaratıcı kalemlerin kimi roman dilini, kimi öykü, kimi şiir dilini seçerek dönemlerini tarihe not düşmeye çalıştılar. O dönemi anlatan birçok kitap var. Ancak Kara Harp Okulu 78 Devresinin ruhunu anlatan hiç bir kitap yok!


      Çünkü onlar bugüne kadar hep sustular! Çünkü onların kaderine tasviye olmak düşmüştü… Çünkü Amerikancı bir Türkiye yaratabilmek için onların durdurulmaları gerekiyordu… Büyük bir bölümü gözaltına alındı, tutuklandı ve cezaevlerine atıldı... Nedenleri, niçinleri sorgulayacak durumda değillerdi. Gözaltına alınıp, tutuklandıklarında dövüldüler, işkence gördüler ve hapislerde süründüler... Çok uzun bir süre yazıp, çizmeseler bile, onlarla konuşulduğunda ‘Biz hâlâ varız, Nerede kalmıştık?’ dediler… Çünkü onlar vicdan taşıyan ve uçurumun kıyısında dans edenlerden oldular her zaman…


      Ceza hukukunda, temel insan hakları bakımından çok önemli olan 'masumiyet karinesi' ve 'adil yargılanma hakkı' , Kara Harp Okulu 78 Devresinin hiç tanışmadığı çok uzak kavramlardı. Bu nedenle de romanlara bulanmış ve arafta kalmış hayatları olmadı hiçbir zaman. Çünkü onların öyküsü gerçekti, hem de siyah beyaz resimlerdeki gibi…


      12 Eylül'ün ölçüsüz güç kullanımı karşısında büyük bir yenilgiye uğramalarına rağmen, Kara Harp Okulu 78 Devresi olarak; Kuleli Askeri Lisesi ve Kara Harp Okulu yıllarında kurulmuş olan o "anlatılmaz ama yaşanır" cinsinden arkadaşlık bağlarının etkisi, bugün hala bir şekilde sürüyor ve ne olursa olsun o bir kenara atılmıyor.


      Çünkü onlar:


      44 yıl önce bugün, 29 Ağustos 1978’de Kara Harp Okulu’ndan mezun olmuş;


      Memleket sevdaları hayallerinin çengeline asılmış ve uğrunda sevdalarını bile terk etmeyi göze almış, o güne kadar Harp Okulunda görülmemiş, görülmesine ihtimal bile verilmemiş olan Harbiyelilerdi... Ülkenin birçok yerinden, çocuk denecek yaşta bir araya gelmiş; çıkar düşünmeyen, ülkesini seven, idealleri olan, okuyan, sorgulayan, konuşan, dünyayı algılamayı, anlamayı, değiştirmeyi, dönüştürmeyi, daha güzel bir dünyayı düşleyen gençlerdi onlar… Bu ülkenin; işçisini, işsizini, köylüsünü, üniversitelisini kısacası hiç bir insanını ayırt etmeden seven idealist gençlerdi… Her idealist genç gibi onlarında istekleri vardı. Aslında çok değildi istekleri... Daha iyi, yaşanılası, barış içinde bir dünya düşlüyor, “gündüzlerinde… , gecelerinde aç yatılmayan”, bir paket makarnaya, bir torba kömüre oylarını satmayan onurlu insanların yaşadığı, daha mutlu, daha özgür yarınların yaşanacağı, insanların ne kendilerinin ne de inançlarının sömürülmediği bir dünya istiyorlardı...

      Sil



    2. Memleketin başkentinde karbonmonoksit sonbaharların yaşandığı yıllarda geçen Mekteb-i Harbiye yıllarının ardından 1978 yılının 29 Ağustos günü genç teğmenler olarak Harp Okulundan mezun olan, dört yıl önce Başkentteki tren garında bando ile karşılanıp büyük bir coşku ile bir numaralı nizamiyeden girdikleri okuldan dört yıl sonra 30 Ağustos törenlerinden döndükten sonra okulun spor alanlarına kurulmuş olan çadırlarda üstlerini değiştirip, (Dört yıl boyunca kaldıkları, okudukları, acı ve tatlı olayların yaşandığı bir sürü anıları olan o siteye sokulmadan) okulun yan tarafında bulunan iki numaralı nizamiyeden, “Bir daha bu okulun kapısından içeri giremeyecekleri(!)” söylenip, kovulurcasına gönderilen “Kara Harp Okulu 78 Devresi”dir onlar…


      Ne mutlu Kara Harp Okulu 78 Devresinden olanlara…


      İlhan Özdemir.

      Sil
  4. https://repository.bilkent.edu.tr/items/e228ccdc-e644-4b87-b48e-3cbceb02948a

    YanıtlaSil